Diğer
Kadife
Yazar: sıla burçak
Editör: Muhammed Emin Çetin
“ Bu toprak, ellerim ve kelimelerim... Her yanım efendim; kadife kokuyor her yanım
Oysa ben kadife nasıl kokar bilmezdim. En köhne yerde, gözden uzak ama gönle en yakın yerdeydim. Buz kesilmiş tenleri, kalplerinin de buz kestiğini sanır ; diller susar, benim dilsizliğime yoldaş olur. Solmayan kalpleri bir bana anlatır derdini. Dertlerle yıkanır bu gönlüm, yıkandıkça sırdaş olur yeni dertlere. Kimi pişman olarak gelir yanıma, gözünde akıtamadığı yaşlarla; kimi isyanıyla gelir, tutmayan dizleriyle secde edip son defa yalvarmak için.
Kimsenin adını bilmem, ne iş yapmış, nereden gelir. Ama nereye gideceği mıh gibi aklımdadır, gerisinin de bir önemi var mıdır zaten? Bir yükleri vardır sırtında kambur gibi onu taşır, hayat derler adına ; kamburunu atıp da kavuşunca huzurun kucağına ölüm olur, son olur. Ben kamburlarını tanırım, yurtlarını bilirim. Dilim varmaz hakikati söylemeye, yalnız yolcu ederim onları merhamete.
Yolcu, kadife kokan o yolcu... Beyaz karlar toprağı nasıl dinginleştirirse onun da üstü bembeyazdı. Konuşmaktan yorgun diliyle değil, sevgiyle çarpmış da durulmuş kalbiyle gelmişti buraya. Ayrılığın hiçbir emsali yoktu yüzünde, vuslat yakıyordu yalnız içini.
“Hu..”
Dağlardan, tepelerden ve ırmaklardan bir nefes çekti yaradanın adından. O an susmuş dili, bülbül oldu. “Hani, kopar ya bir gül dalından sonra da vazoya koyarlar. Gül solar, kurur. O vakit toprağa düşmüş bir gül hiç üzülür mü efendim, ayrıldığı için vazodan. Asıl ayrılık dalından koptuğu an düşmemiş midir içine? Ama unutuyor insan değil mi efendim? Öyle ya, öyle... Ne unutmuşlar gördüm ben bilirim. Onlar şanslıydı, hatırlayacak bir anıları vardı oysa benim dalım da göçüp gitmişti sanki.”
Onda gizli bir şeyler vardı sanki ,bir yanı bana öylesine uzakken bana benziyordu diğer yanı. Sanki beni anlamış gibi sözüne devam etti. “Seninle tek farkımız ne biliyor musun, bana herkes kendini pür pak anlatır. Üstelik kalplerini örterler sımsıkı dilleriyle. Sana tüm kirleriyle gelirler, gerçeği dökerler saklanmadan. Benim yanımda dünyanın en masumudurlar, buradaki pişmanlıklarından eser yoktur. Ama en büyük sahtelikleri de şu: sen iyisindir, ben kötü. Ama benim yanımda çekinmezler, senin iyiliğini kabul etseler de yanına gelmek istemezler. Ben dert dinleyen, herkesi haklı gören o kötü meyhaneci, sense duaların iyilerin evi musalla taşı. Kimsenin hatırlamayı bile istemediği. Ben bu bedevi gönlümü çölde yakıp da geldim buraya efendim. Yalansız, riyasız geldim.”
Yanıp da gelmiş o gönlü, en serin sudan farksızdı. Yalanla kirlenmiş kamburunun altında beyazlık ışıldıyordu. Yükünü alıp da geldiğinin farkındaydı. Yükünün ona pişmanlık verdiği aşikardı ancak korkmuyordu. “Yok, hayır efendim. İçimde bir korku bile yok, ben korkunun kucağından geldim. Yana yana geldim senin serin taşına. Günahımın, sevabımın ve adaletimin sorulacağı yerdeyim ve içim hiç olmadığı kadar rahat. İnsanlar da ceza keser efendim. Hem de acımadan, gerçeği bile bilmeden bazen. Şimdi öyle değil, af nedir bilmeyen insanların yanından geldim ben. Yalnız bir şey var içimde, ümit. Yavrusuna kıyamayan annenin yanına gidiyorum. Aklım hiç olmadığı kadar yerinde ve kalbim ilk defa hissediyor sanki.”
Yolcu bülbül, bu yol gül bahçesiydi. Onu uğurlarken kimsede hissetmediğim şeyleri hissettim. Hislerimin adını bile koyamazken bana seslendi bu toprak, ellerim ve kelimelerim... Her yanım efendim, kadife kokuyor her yanım.” Beni tesiri altına alan, taşlarımı çatırdatıp susmuş dilimi böyle eden kadifeydi. Artık söylediğim, duyduğum her şey bir kadifenin yaprağından kopup gelecekti...
Sıla.